Özellikle Batı dünyasından birçok analist son on yıldır Türkiye’yi “revizyonist politikalar” izlemekle suçluyor. Ancak Türkiye çok taraflı diplomatik faaliyetlere büyük önem vermektedir. Birleşmiş Milletler Şartı’nın ilkelerine ve devletlerin toprak bütünlüğü ve egemen eşitliği, uluslararası barışın sürdürülmesi ve uluslararası güvenliğin korunması dahil olmak üzere uluslararası hukukun diğer norm ve ilkelerine bağlıdır. Türkiye uluslararası kurumlardaki varlığını arttırmıştır ve uluslararası sistemden çıkmak gibi bir niyeti yoktur, bunun yerine sisteme katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Başka bir deyişle, Türkiye sistemi bozucu değil, kurallara dayalı ve yapıcı bir politika izlemektedir.
Bu pozisyon üç farklı bağlamda gerekçelendirilebilir.
Öncelikle Türkiye, BM ve bağlı kuruluşları gibi küresel uluslararası kurumlardaki rolünü ve etkinliğini artırmaya çalışmaktadır. Son birkaç yıldır BM Genel Kurulu yıllık toplantılarına katılan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu toplantılara büyük önem veriyor. Türkiye’nin en tanınmış ve yetkin diplomatlarından biri olan Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu, 2016 yılından bu yana BM Genel Merkezi’nde görev yapıyor. Bu bağlamda Ankara, dünyanın en büyük ve evrensel şehirlerinden biri olan İstanbul’da bir BM ofisi açmak için girişimlerde bulunuyor.
BM’nin bölgesel konulardaki tutumu
Türkiye bir yandan BM’nin COVID-19 salgını, Suriye krizi ve Libya meselesi gibi belirli küresel ve bölgesel konularda harekete geçmesini beklemektedir. Türkiye, BM’yi İsrail-Filistin meselesinde ve Suriye krizinde daha aktif ve etkili bir tutum benimsemeye çağırıyor. Ankara ayrıca küresel güçleri, ister Kırım Yarımadası’nı ilhak eden Rusya ister Golan Tepeleri’ni ilhak eden İsrail olsun, BM kararlarına ve herhangi bir ülkenin herhangi bir toprağı zorla ilhak etmesinin yasaklanması gibi uluslararası hukukun temel ilkelerine uymaya ısrarla çağırmaktadır. Buna ek olarak, küresel güçleri diğer devletlere karşı tek taraflı eylemlerde bulunmamaya çağırmaktadır ki tüm bunlar mevcut uluslararası düzenin varlığına zarar vermektedir.
Öte yandan Türkiye, bazı bölgesel konularda BM’nin tutumuna katkıda bulunmaktadır. Örneğin, Türkiye BM himayesinde tahıl anlaşmasına ev sahipliği yapmış, kolaylaştırmış ve aracılık etmiştir. Böylece, milyonlarca ton tahılın Türk Boğazlarından geçişine izin vererek, kolaylaştırarak ve organize ederek küresel gıda krizinin çözümüne büyük katkıda bulunmuştur. Benzer şekilde, Libya’da BM tarafından tanınan hükümeti destekleyen az sayıdaki ülkeden biridir. ABD, Fransa ve Rusya gibi birçok küresel ve bölgesel ülke darbeci General Halife Hafter’i desteklerken, Ankara Trablus merkezli BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekliyor. Türkiye Ortadoğu’da statükoyu ve ulus-devletlerin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmaktadır.
İkinci olarak, Türkiye NATO, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi gibi Batılı çok taraflı kurumlarla yakın işbirliğini sürdürmeye çalışmaktadır. Ankara bu platformlardaki sorumluluklarını yerine getirmiş ve hiçbir zaman Batılı ülkelerle ilişkilerini koparmaya çalışmamıştır. Aksine, Batı dünyası ile ilişkilerini ısrarla vurgulamaktadır.
NATO’nun beyin ölümünü ilan edenler de dahil olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin aksine, Ankara NATO üyeliğine hala değer vermektedir. Türkiye hala Batı ile siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerini eşit ortaklık temelinde geliştirmeye çalışıyor.
‘Batılı olmayan’ dünya ile bağlar
Üçüncü olarak, yine Batı kaynaklı ötekileştirme ve yabancılaşmaya bir tepki olarak Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi Batı dışı uluslararası örgütlerle ilişkilerini geliştirmeye ve Türk devletleri gibi farklı ülke kategorileri ile bölgesel entegrasyon süreçleri başlatmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin diğer çok taraflı platformlara yönelmesinin başlıca nedeni Batılı müttefikleriyle arasındaki güven ilişkisinin bozulmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’yi Batı dışı çok taraflı platformlarla ilişkilerini geliştirdiği için suçlamak yanıltıcı olacaktır.
Türkiye’nin bölgesel platformlara kaymasının bir diğer nedeni de bölgeselleşmenin küresel gündemde artan etkisidir. Sadece Türkiye değil, dünyadaki çoğu devlet farklı düzeylerde bölgesel girişimler başlatmaya çalışmaktadır. Bir devlet karşılaştığı sorunların çoğunu tek başına çözemeyeceğinden, zorlukların üstesinden gelmek için başkalarıyla işbirliği yapmak zorundadır. Türkiye’nin öncelik verdiği süreçlerden biri de Türk Devletleri Örgütü (TSO) aracılığıyla Türk devletleri arasındaki işbirliğini geliştirmektir.
Sonuç olarak, Türkiye dış ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Bu çeşitlendirmeyi diğer devletlerin politikalarına bir tepki ve uluslararası sistemde ortaya çıkan güncel ihtiyaçlara bir cevap olarak değerlendirmek gerekir.