Türk mahkemesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle iki yıl yedi ay hapis cezasına çarptırdı. Karar, ikinci derece mahkemesi ve Yargıtay tarafından onanmadığı sürece kesinleşmeyecek. Her iki mahkeme de karara katılmayabileceğinden, İmamoğlu’nun hapis cezası ve siyaset yasağı yürürlükte değil.
Yine de bu beklenmedik kararın, birçok kişinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı muhalefetin potansiyel cumhurbaşkanı adayları arasında saydığı Türkiye’de siyasi gerilimi tırmandırdığı kesin. Karar 2023 seçimlerine kadar kesinleşmeyecek olsa da, kampanya sürecinde sık sık gündeme geleceğine şüphe yok.
Nitekim muhalefet Çarşamba ve Perşembe günleri İstanbul’un Saraçhane semtinde bir araya gelerek İmamoğlu’nun yanında yer aldı ve kararı adalet, hukuk ve demokrasiye atıfta bulunarak eleştirdi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun karar duruşmasının yapıldığı gün Almanya’ya gitmesi ve özel bir uçakla Türkiye’ye dönmesi de dikkat çekti.
Bir diğer önemli gelişme ise İYİ Parti (İP) Genel Başkanı Meral Akşener’in İmamoğlu’nun çağrısına cevap vererek İstanbul’a gelmesi ve büyük bir sevinçle belediye başkanına sarılması oldu.
‘Linç kampanyası’
İktidar partisi karara, kararın nihai olmadığını ve yargı denetimine tabi olduğunu vurgulayarak yanıt verdi. Perşembe günü Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) sözcüsü Ömer Çelik, muhalefeti partisine karşı bir “linç kampanyası” başlatmakla ve komplo teorileri yayarak “istismar siyaseti” yapmakla suçlarken, mahkeme kararlarının elbette eleştirilebileceğini de sözlerine ekledi.
AK Parti’nin Türkiye’de vesayet rejimine karşı verdiği mücadeleyi hatırlatan Çelik, “altı kişilik masa “nın yargı sürecini siyasi mühendislik için kullandığını iddia etti: “Cumhurbaşkanımızı ya da partimizi herhangi bir siyasi mühendislik girişiminin parçası olarak hedef almalarına izin vermeyeceğiz. Biz halkın iradesi dışında hiçbir siyasi gücü tanımayanların (vatandaşların) partisiyiz.”
Muhalefet ve iktidar partisinin açıklamalarına bakılırsa, Türkiye’de oluşmakta olan siyasi iklim “demokrasi” ve “halkın iradesi” üzerine yoğun ve agresif söz savaşlarına yol açacak.
“Güçlendirilmiş” bir parlamenter sistem için kampanya yürüten muhalefet, İmamoğlu kararının da yardımıyla kendisine siyasi bir ivme kazandırmayı umuyor. Başlangıçta muhalefeti birleştirmiş gibi görünen bu karar, muhalefet bloğu ve ana muhalefet partisi CHP içinde daha büyük bir rekabete yol açabilir. Ne de olsa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı son günlerde aldığı desteği muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak desteklenmesi için kanalize etmeye başladı bile. İlerleyen süreçte CHP çevrelerinin Kılıçdaroğlu’na İmamoğlu’nu desteklemesi yönünde baskı yapması muhtemel.
Ana muhalefet lideri derhal, kararın muhalefet bloğunun ortak bir cumhurbaşkanı adayını desteklemesi üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını belirtti, ancak durum kontrolünden çıkabilir – bu da “altı kişilik masayı” planlanandan daha erken bir aday seçmeye zorlayabilir. Alternatif olarak, muhalefet bloğu öncelikler listesine sadık kalacaktır (bir adayı daha sonra desteklemek üzere). Bu da mevcut tartışmanın soğumasına neden olacaktır. Her iki durumda da “altılı masa” hem bir fırsat hem de bir meydan okumayla karşı karşıya.
Medyada, İmamoğlu’nun ivme kazanmasına yardımcı olmak isteyen yorumcular, mevcut durumunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1990’lardaki İstanbul Belediye Başkanlığı deneyimiyle karşılaştırıyor.
Ancak ben iki durum arasında benzerlikten çok farklılık olduğuna inanıyorum. Mahkeme kararlarının niteliği, ülkenin siyasi koşulları, iki liderin kişilikleri ve yönetim tarzları tamamen farklı.
Başka bir deyişle, tarih tekerrür etmez. Her seferinde farklı bir şekilde ortaya çıkıyor. İmamoğlu kendi hikayesini yazmaya devam ediyor. Bu hikayenin nasıl görüneceğini zaman gösterecek.